“Şeftali güzeli” olmuş artık kızın adı.
Her gün ara öğününde elinde şeftali ile içeri giren hemşire abla ona böyle seslenirmiş. Ama her sabah ve her akşam gelen sert bakışlı, donuk suratlı, beraberinde getirdiği o kocaman şırıngadan daha korkunç görünen diğer hemşirenin bu addan haberi yokmuş. Acaba kızın canını yaktığının da farkında değil miymiş? Yoksa o koca koğuşta yatan tüm küçük çocukların küçük canlarını yaktığını bildiği için miymiş o sert tavırları? Acaba diğer çocuklar da o “uzat kolunu” derken sımsıkı kapatıp gözlerini, her seferinde gözleri yaşla dolan annelerinin ellerine sarılır mıymış? Onların da babaları kızın babası gibi, ilk göz ağrılarını öyle görmeye dayanamayıp kaçar mıymış odadan ya da odaya her girdiğinde kızarmış gözleriyle bakarken ilk göz ağrısına kalbi de ağırır mıymış aynı zamanda?
Kız düşünmezmiş bunları o zaman. O, uzatırken kolunu Türkan hemşireye, bağırmamak için kendini tutar, “bitti mi?” diye ürkekçe sorar, sonra da kaldırıp kafasını annesine “acımadı annecim üzülme” dermiş.
Bir gün canı öyle çok acımış ki kızın, canının olduğu yer kadar derinden bir ahh çekmiş. Annesi artık dayanamamış, içinin acısı aklını dinlememiş de bağırmış hemşireye ”Ver tamam ben yapacağım bundan sonra!!” diye.
Annesi bağırırken kız gülümsemiş. Meleği onun canını tabi ki acıtmazmış.
Acıtmamış da…
Yazar: 1sekersizcay
ben yine gözlerim dolu dolu okudum… ağlatıcaksınız beni böle giderse… :'(